Ben hâlâ büyüyünce ne olacağımı bilmiyorum.
Mühendis oldum, müzisyen oldum, müfettiş oldum. Olmadı.
Eş oldum, anne oldum olmadı.
Yapbozun elimde kalan parçaları kalan yerlere sığmadı.
Ben hâlâ büyüyünce ne olacağımı bilmiyorum.
Mühendis oldum, müzisyen oldum, müfettiş oldum. Olmadı.
Eş oldum, anne oldum olmadı.
Yapbozun elimde kalan parçaları kalan yerlere sığmadı.
Dönüp dönüp aynı konuya geliyorum. Bardağın boş yarısını görmemek.
Benim sorunum bu. Bardağın dolu yarısını görüyorum, hatta bardağımın büyük olduğunu, dörtte biri dolu olsa bile çoğunun tam dolusundan (teorik olarak diyorum, tam dolu bardak olması imkânsız gibi bir şey) daha fazla aldığını düşünüyorum, kırık bardakları, sızıntı yapanları ne bileyim ters duranları falan aklıma getiriyorum. Velhasıl sonunda kendimin nankör olmaması gerektiği fikrine ulaşıp baş alandan gözümü kaçırıyorum. Çok iyiyim bu konuda.
Ama o boşluk beni içine alıyor ben ona bakmazken. O boşluk benim kaybolmuşluğum. O boşluk benim tembelliğim. O boşluk benim öğrenilmiş çaresizliğim. O boşluk her yere yetişmeye çalışırken git gide kendimi daha da manasız hissetmem. O boşluk yaptığım her şeyi görev bilinciyle yapamamın sessiz isyanıyla dolu.
Ve ben her gün daha da çok o boşluğa düşüyorum.
Yeni yılın ilk günü. En sevdiğim şeyi bilmiyorum. En çok yapmak istediğim şeyi de. Boşluğa hapsetmişim onları da. Mış gibi yapma konusunda uzmanım. Ve çok yorgunum.