13 Ekim 2011 Perşembe
.........
Karşıki evin bacasından çıkan duman bir o yana bir bu yana savruluyordu. Çiseleyen yağmr önce kara dönüşmüş, ağzımıza bir parmak bal çalıp kaybolmuştu çabucak. Çocuk odasında küçük oğluş uydurduğu şarkısını savaş seslerine karıştırıp söylüyordu keyifle. Saksıdaki küçük çiçek büyüyordu. Rüzgâr sesi sıcacık evimde olduğumun huzurunu duymamı sağlıyordu sanki. İçimde tarifsiz bir mutluluk hüzne karışıyor. Hüzün mü beni mutlu ediyor, mutluluk mu hüzünü barındırıyor anlayamıyordum. Yaşamak, sanki bu dakikaların havada asılı gibi durduğu tuhaf zaman diliminde daha bir yanıbaşımdaydı da ben onu yakaladığımı düşündüğüm anda uzaklaşıp gidiyordu avuçlarımın arasından. Penceremin önüne konmuş kumruları seyredercesine belli etmeden bakmam gerekiyordu sanki hayata. Hayat neydi ki? Bir duygu karmaşasından başka. Ya da belki o duygu karmaşaşası sadece bir karmaşaydı bizi asıl amaçtan uzaklaştıran. Hayat bir olaylar dizisi hareketler bileşkesi, durup düşünmeden, çok fazla ölçüp biçilmeden çılgın bir tempoyla birşeyler üretmek ve o yoğun günün ardından kendini yatağa attığında hissettiğin mutluluk, minnet ve birşeyler başarmanın gururuydu. Sorular soruları kovalıyordu. Oysa ben, kafamın içinde sürekli sorular üreten şeyden kaçmak , saf sıradan sessiz bir an yaşamak istiyordum .